İzmir’e yatırımcı çekmek

Haziran ayında, New York’da -benim de konuşmacı olarak davet edildiğim- City Nation Place Americas isimli bir konferans oldu. Şehir ve ülke markalaşması alanında çalışan yüzlerce kişi ve firma bir araya geldi, bir çok konuyu tartıştı. Bana göre bu etkinliğin en ilgi çekici kısmı yaşadıkları kentleri Amazon firmasına pazarlamakla görevli uzmanların katıldığı paneldi. Bu kentlerin deneyiminden İzmir olarak önemli dersler çıkarabiliriz. Önce biraz arka plan bilgi verelim.

Amazon dünyanın en büyük firmalarından biri. Kısa süre önce piyasa değeri 1 trilyon doları aştı. Firma 2017 yılında ikinci bir genel merkez açacağını, HQ2 isimli ofisini kuracağı şehre 5 milyar dolar yatırım yapacağını ve 50 bin iş yaratacağını açıklayarak açıkladı. Bu noktadan sonra Kuzey Amerika’da bir fırtına koptu. Şehirler arasında teklif savaşları çıktı. İlk aşamada tam 238 kent Amazon’a başvurdu! Oldukça uzun bir eleme sürecinden sonra 20 şehir finalist olmaya hak kazandı. Hala umudunu canlı tutan bu şehirler, ekip ruhundan, yeni ekonomiden, kazan-kazan felsefesinden ve kentsel dönüşümden bahsettiler. Peki ya elenenler? İşte hikaye orada ilginçleşmeye başlıyor.

Örneğin, San Antonio Belediye Başkanı Ron Nirenberg, Amazon’un CEO’su Jeff Bezos’a yazdığı mektupta, “Oldukça cezbedici teşvikler verebiliriz. Ama göz göre göre çiftliğimizin tapusunu size vermek kabul edebileceğimiz bir şey değil” demiş. Amazon gerçekten de şehirleri birbirine düşürmek suretiyle akla hayale gelmeyecek teşvikler elde etmeyi planlıyor. Ve bu kumarı oynamaya niyetli düzinelerce de şehir var. “Tarihten hiçbir şey öğrenilemeyeceğini, tarihten öğreniriz” der Bernard Shaw. Ne yazık ki de dev firmalar ve kentler arasındaki ilişkinin geçmişi hiç de parlak değil.

Yüksek teknoloji firmaları genelde mega anlaşmalar peşinde koşar. Örneğin, elektrikli araba aküsü üretilen bir fabrikanın kurulması için Nevada eyaleti Tesla’ya 1.3 milyar vergi kolaylığı sağlamış. Ekran üretilen bir fabrika için Tayvanlı Foxconn firması Wisconsin eyaletinden 4.8 milyar dolar koparmış. Apple ise Iowa’ya bir data merkezi açmak için 214 milyon dolar indirim almış. Son rakamın diğerlerine oranla küçük olması sizi kandırmasın. Apple’ın tesisinde sadece ve sadece 50 kişi çalışmakta. Bir başka deyişle Apple her bir çalışanı için Iowa’dan tam 4.2 milyon dolar indirim almış! Wisconsin’e gelecek olursak, resmi kaynaklara göre, eyalet Foxconn anlaşmasından en az 25 yıl zarar edecekmiş. Belli ki eski usul, vergi teşvikleriyle doğrudan yabancı yatırımcı çekmek çok akıl karı değil. Peki ne yapılabilir?

Belki bir sihirli değnek yok. Ancak uzun vadeli bir çözüm var. North Carolina eyaleti büyük teknoloji firmalarının peşinden koşmamış. Onları vergi teşvikleriyle cezbetmek için zaman ve para harcamamış. Buna rağmen eyalette bulunan Raleigh kenti Doğu’nun Silikon Vadisi diye anılıyor. Peki bunu nasıl başarmışlar? Cevap basit: yüksek teknoloji firmalarının eyaletlerine yatırım yapmasını sağlayacak ortamı oluşturarak. 

North Carolina 1950’lerden 1990’lara kadar en düşükten en yükseğe, eğitimin her seviyesine ciddi kaynak ayırmış. Daha sonra North Carolina Biotechnology Center’ı kurmuş. Bu kurum aracılığıyla yeni kurulan firmaları fonlamış, onların büyümelerine yardımcı olmuş. Bugün doğal madde, bio-elektronik ve doğal yakıt gibi konularda dünyanın sayılı merkezlerinden biri North Carolina. 

Türkiye’nin geleceği, ekonomik politik ve sosyolojik belirsizliklerle dolu. İşte böyle bir ortamda North Carolina modeli İzmir için güzel bir örnek oluşturmakta. Kayıtsız şartsız eğitime önem vermek, anaokulundan yüksek lisansa kadar her aşamada ülkenin uzak ara en iyi eğitim kurumlarını yaratmak İzmir’in önceliği olmalı. Bir sonraki aşamada -bundan 7 sene önce anlattığımız- MaRS tarzında bir kurum yaratabiliriz. Bu sayede aynı North Carolina Biotechnology Center gibi kendi yüksek teknoloji markalarımızı yaratabiliriz. Kentimizin geleceğini garanti altına almak için buna ihtiyacımız var.

Leave a Reply

%d bloggers like this: