İzmir ve Uluslararası Etkinlikler

Rahmetli Ahmet Priştina vaktiyle, “İzmir fuarlar ve kongreler kenti olacaktır.” demişti. Akabinde Üniversite Olimpiyatları geldi. Onu irili ufaklı bir sürü etkinlik izledi. Arada iki tane de başarısız EXPO başvuru deneyimimiz oldu. Bu ay, mega etkinliklerin İzmir için doğru bir hedef olup olmadığını tartışacağız.

Dünyanın dört yanında kent ve ülke yöneticileri başta olimpiyatlar ve Dünya Kupası olmak üzere büyük etkinlikleri almak için yarışıyorlar. Mantık şu şekilde işliyor: Bu etkinliği alıp düzgün şekilde organize edersek ülkemiz ya da şehrimiz markalaşır

Ne yazık ki geçmiş örnekler genelde bu düşünceyi desteklemiyor. Araştırmalara göre mega etkinlikler bir kentin algısını yükseltebilir, zedeleyebilir ya da mekanın algısına hiç etki etmeyebilir. Örnekler üzerinden ilerleyelim.

Mega etkinlik sayesinde algısını yükseltenler arasında Barselona, Seul ve Sidney var. Lakin bu kentlerin bulunduğu ülkelerde politika, ekonomi ve insan hakları alanlarında toplumsal değişim çoktan başlamıştı. Olimpiyatlar Güney Kore’nin modernleşmesini hızlandırdı. Avustralya ise aborijin halkla olan sorunlu ilişkisini çözmesini sağladı. Yani bu kentler olimpiyatları, medeni dünyaya entegre olduklarını gösteren, yaşadıkları değişimi taçlandıran sembolik bir etkinlik olarak kullandılar.

Londra olimpiyatları oldukça başarılıydı. Yinede araştırmalara göre ne kentin ne de İngiltere’nin algısı değişti. Dünya zaten Londra’nın modern, iyi planlanmış, yaratıcı bir kent olduğunu düşünüyordu. Olimpiyatlar bu algıyı doğruladı. Yani bir şey değişmedi. Almanya’nın 2006 Dünya Kupası deneyimi de benzer sonuçlar doğurdu. Yine de itibarın aslında sahip olunan değil, kiralanan bir şey olduğunu ve bu kiranın düzenli olarak ödenmesi gerektiğini düşünürsek bu iki ülke -kendi lehlerine çalışan- statükoyu devam ettirdiler. 

Ne yazık ki büyük etkinliklerin çoğu, düzenleyen ülke veya kentin imajını olumsuz etkiliyor. Mesela 2010 yılına girerken Güney Afrika Nelson Mandela, ırk ayrımından gökkuşağı ulusuna dönüşüm ve ekonomik kalkınma haberleriyle dünyanın dilindeydi. Çoğu kişi için Güney Afrika artık gelişmiş dünyanın bir üyesiydi. Ancak ülke dünyaya gerçekliğinden çok daha olumlu bir imaj yansıtıyordu. Dünya Kupası başladığında insanlar gerçek Güney Afrika’yı gördüler ve şok oldular. 

Brezilya benzer bir gerilemeyi -hem iki kere- yaşadı. Tıpkı Güney Afrika gibi Brezilya’nın da olumlu bir imajı vardı: samba, futbol ve Lula Silva’nın yarattığı olumlu ekonomik ortam. Oysa ülkede eşitsizlik, adaletsizlik ve şiddet hüküm sürüyordu. Önce 2014 Dünya Kupası sonra da 2016 olimpiyatlar esnasında insanlar, “Brezilya böyle bir yer miymiş?” dediler. Atina’yı da unutmayalım. Yunanistan olimpiyatlar yüzünden iflasın eşiğine geldi. Komşumuz neredeyse 20 yıldan beri imajını olimpiyat öncesi seviyeye yükseltemedi.

Özetle, bu tür etkinliklere ev sahipliği yapmak istiyorsak, üç noktayı aklımızda tutmalıyız:

  1. Mekanların algısı kalın bir lastik bant gibidir: Geçici bir süre için de olsa esneyebilir ve yerinden oynayabilir. Ama iki üç ay içinde algı başladığı yere döner. Bu yüzden mega etkinliklerin kent algısına olumlu etkisi -özel durumlar hariç- kısa süreli olur. 
  2. Mega etkinlikler, dükkanınızın ya da fabrikanızın devlet tarafında köşe bucak denetlenmesine benzer. Eğer kentinizde dış dünyanın görmesini istemediğiniz, gurur duymadığınız -fiziksel veya sosyolojik- şeyler varsa, o sorunları büyük ölçüde çözene kadar mega etkinliklerden uzak durmalısınız.
  3. Son olarak, EXPO, olimpiyat ve Dünya Kupası’nda farklı olarak insanlığın ortak amacına hizmet etme misyonuna sahip. Oysa EXPO’lar genelde sadece etkinliğin düzenlendiği yere hizmet ediyor. Örneğin, Şanghay katılımcı ülkelerin sürdürülebilirlik konusunda aksiyon almasını teşvik etmedi. Milan da küresel gıda arzının dünyanın gündemine alınmasını sağlayamadı. Yani EXPO’nun gizli potansiyeline erişebilmek için seçilen ortak amaç konusunda dünya genelinde gözle görülür ilerleme sağlamak gerekiyor. Bizim farkımız bu olmalı.

Leave a Reply

%d bloggers like this: