Geçtiğimiz sene çıkan bir habere göre (devrik) Başbakan Ahmet Davutoğlu İzmir’de bir “İlkler Müzesi” kurulmasını önermiş. Müzede, başta İzmir olmak üzere Anadolu tarihine damga vuran ilkler yer alacakmış. Başbakanın fikri belki de oy toplamak için ortaya atılmış bir taktikti. Ama bu, İlkler Müzesi fikrinin ciddi potansiyele sahip olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu ve gelecek yazımızda, böyle bir mekanın nasıl bir stratejik kentsel avantaja dönüştürülebileceğini tartışacağız.
İlk olarak bir konuya açıklık getirelim: Neden İlkler Müzesi? Çünkü bu topraklar binlerce yıldan beri sayısız yeniliğin anavatanı olmuş. Örneğin, Homeros İlyada’yı burada yazmış. Parşömen kağıdının icat edildiği ve doğunun ilk hastanesinin kurulduğu yer Bergama. Batıda geometrik şekilde planlanmış ilk şehir Smyrna. Osmanlı’nın ilk belediyesinin, demiryolunun ve matbaasının kurulduğu yer İzmir. İlk at yarışı, futbol maçı, atletizm turnuvası, kayık yarışı hep burada ceryan etmiş. Cumhuriyet’in ilk hayvanat bahçesi, fuarı ve iktisat kongresi burada olmuş. Bu listeyi sayfalarca uzatmak mümkün, çünkü İzmir bir şehir değil, öncü bir kafa yapısı! İzmirliler, son yarım yüzyıldır yavaşlasalar da, binlerce yıldan beri sayısız ilke imza atıyorlar. Bu yüzden İzmir’e bir İlkler Müzesi kurmak son derece mantıklı. İyi güzel de böyle bir müze açmak ne işimize yarayacak? Bu soruyu cevaplamak için kentlerin nasıl oluştuğunu, geliştiğini ve düşüşe geçtiğini inceleyelim.
Orta Çağın ünlü düşünürlerinden İbn-i Haldun’un ünlü bir sözü var: “Coğrafya kaderdir.” Elbette ünlü filozofun bahsettiği bireysel kadercilik değil, toplumların kültürünü şekillendiren kader. Peki coğrafya gerçekten kader mi? Gerçekten de bir kentin kurulduğu yer, o şehrin kültürünü ciddi şekilde etkileyebiliyor. Örneğin, liman kentlerinde yaşayanlar göreceli olarak daha açık fikirli ve toleranslı olabiliyorlar. Benzer şekilde iki imparatorluğun sınırında bulunan bir şehrin sakinleri daha yaratıcı olabiliyorlar. (Buna ekolojide Edge Effect deniyor.) Öte yandan bozkır veya çöl gibi izole coğrafyalarda yaşayanlar daha tutucu ve ataerkil olabiliyorlar. Bunlar Haldun’nun tespitini doğrulamakta ve şehirlerin kültürlerinin nasıl oluştuğunu açıklamakta. Ama olay burada bitmiyor!
Şehirlerin gelişim tarihiniyse, Darwin’in Doğal Seçilim Teorisi’yle açıklayabiliriz. Nasıl bir organizma bulunduğu mekana uyum sağlayıp serpiliyorsa, kentler de sürekli kendileri gibi düşünen insanları çekerek tanımlayıcı kültürel özelliklerini pekiştiriyorlar. Örneğin, Frank Sinatra’nın dediği gibi küresel düzeyde başarılı olmak isteyenlerin mabedi New York’tur. Dünya genelinde başkentler hep, gücü seven insanların buluştuğu yerlerdir. İzmir’in hoşgörü ortamıysa, bu coğrafyada farklı fikirlerin ve yeniliklerin filizlenebilmesini sağlamış. Bu sayede şehir asırlar boyunca girişimcileri mıknatıs gibi kendine çekmiş.
Son olarak da kültürlerin nasıl bozulduğuna ve şehirlerin neden gerilediğine bakalım. Bilim insanları, mikroskobik düzeydeki organizmaları da, milyonlarca insanın yaşadığı şehirleri de birer dinamik sistem olarak tanımlıyor. Bu teoriye göre, her sistem karşılaştığı bir sorunun çözümünü kendi bünyesinde bulundurur. Bu yüzden ne zaman bir gerileme görülürse yapılması gereken, sistemin kendi içindeki bağlarını güçlendirmektir. (Yaralandığınızı düşünün. Vücudunuz ne kadar temiz kan pompalarsa yaranız da kadar hızlı iyileşir.)
Şehirleri, ortak değerler etrafında kümelenmiş insanların yaşadığı bir ağ olarak düşünebiliriz. Kentlerin kültürleri zaman içinde, farklı sebeplerden dolayı hasar görmeye başlar. Bu durumda yapılması gereken, kentte yaşayanlara ortak geçmişlerini, değerlerini ve başarılarını hatırlatmaktır. Bu sayede hasar görmüş ağ kendini yenilemeye başlar. İşte İlkler Müzesi’nin İzmir için oynayacağı rol de aynen bu: Kentin ortak hafızasını tazelemek ve İzmirliler’in kolektif vizyonunu güçlendirmek! Gelecek sayıda bunun nasıl yapılabileceğini örnekler vererek anlatacağız.
One Reply to “İzmir’in İlkler Müzesi’ne ihtiyacı var mı?”