İzmir Turizm Stratejisi

On sene önce, “İlklerin Şehri Olmak” başlıklı yazımızda o zamanlar dünyada yeni yeşermekte olan bir trendden bahsetmiştik: bisiklet paylaşım sistemi. Daha sonra Montreal’deki Bixi markasını incelemiş ve yazıyı şöyle bir vizyonla noktalamıştık:

“İzmir’de Bixi’yi hayal edelim. Mavişehir’den bindiğiniz klimalı İzban treni sizi Alsancak Garı’na bırakıyor. Oradaki Bixi istasyonundan Kentkartı’nız veya kredi kartınızla aldığınız Bixi’yi, bisiklete tahsis edilmiş yoldan sürerek 10 dakika sonra Çankaya’da işyerinizin köşesindeki Bixi istasyonuna bırakıyorsunuz. Tek yapmanız gereken Bixi’nizi istasyona bırakıp, kartınızı okutmak.”

Bisiklet paylaşım sistemi fikri o zamanlar ütopik bulunmuştu. Hatta İzmir’in gerçeklerini hatırlatan bazı okuyucular yazıyı çocuksu ve hayalperest olarak değerlendirmişti. 

Ne mutlu bize ki hayalimize kavuşmamız uzun sürmedi. İzmirliler beş sene içinde BİSİM’le tanıştılar, fikri beğendiler ve sahiplendiler. Bisiklet ağı o günden beri genişliyor, evriliyor. 

Yukarıdaki anektodu paylaşmamızın sebebi bu köşede yazılanları pohpohlamak değil – insanlık tarihinin bizlere bıkmadan usanmadan verdiği önemli bir dersi hatırlatmak! Bugünün aykırı fikirleri zaman içinde yarının normali haline gelir. 

İzmir bugünlerde turizm stratejisini tartışıyor. Mevcut performans kimseyi tatmin etmiyor. Öte yandan, doğru stratejinin ne olması gerektiği yönünde ortada net bir resim yok. Herkes değişim istiyor. Ama tam olarak neye değişmeliyiz sorusuna kimse cevap vermiyor. Bu durumda bize, ortaya yeni bir aykırı fikir atmak düşüyor.

Hayatın her alanında karşımıza çıkan bir gerçek var: 20. yüzyılın şartlarına göre tasarlanmış iş modelleri 21. yüzyılda yetersiz kalıyor. Geçmişte sorunsuz çalışan sektörler bugün sorun üstüne sorun yaratıyor. Turizm de bunlardan biri.

Dünya genelinde turizme bacasız sanayi olarak bakma eğilimi hakim. Hal böyleyken odağa konan şey verimlilik, fiyat ve büyüme oluyor. Ancak verimlik sevdası turizmi insanlıktan çıkarıyor, makineleştiriyor. Fiyat odaklılık deneyim kalitesini düşürüyor, dolayısıyla farklıkları ortadan kaldırıyor. Büyüme saplantısı ise çok daha kapsamlı sorunlar yaratıyor. 

Mevcut turizm iş modeli 70 yaşında. Kitle turizmi, zamanın sosyo-kültürel, ekonomik ve politik dinamikleri sayesinde başarıya ulaşmış, milyonlarca kişiye gelir kapısı olmuş. Ancak bu iş modelinin bir önşartı var: Sistemin ayakta kalabilmesi için her sene daha çok ziyaretçiye ihtiyaç duyulmakta. Oysa hiçbir şey sonsuza kadar büyümüyor. Bu yüzden turizm sektörünün hızla büyüyen yapısı -eş zamanlı olarak- geleceğinin de altını oyuyor. 

Antalya’nın yılda 20 milyon ziyaretçi almasını sağlayan iş modeli gitgide daha az fayda sağlıyor. Doğal kaynaklar tükeniyor. Mekanlar ruhlarından arındırılıp ticari bir emtia oluyor. Bu yüzden Venedik, Amsterdam, Barselona gibi destinasyonlar nasıl daha az turist çekeriz diye düşünüyor!

Turizmi, kendi kuyruğunu yiyen yılan uroborus’abenzetebiliriz. Ama uroborus aynı zamanda kendini yeniden yaratmak anlamına da geliyor.  Bu yüzden turizmin kurtuluş yolu yine turizmde gizli. Kitle turizmi de ölmeyecek. Bununla beraber kendi içinden ve kendisine taban tabana zıt bir yavru doğuracak: Bilinçli turizm!

Bu fikri içselleştiren mekanlar turizmi, bacasız endüstri olarak değil, tüm canlıların -ve cansızların- serpilmesini sağlayan rejeneratif bir güç olarak görecek. Çalışanlara kullanılıp atılacak birer kaynak, ziyaretçilere bir av gibi değil, kendini geliştirmek isteyen birer birey olarak yaklaşacak. Kendisine, nasıl daha çok ziyaretçi çekerim diye değil, nasıl daha kaliteli zaman geçirmek isteyen ziyaretçi çekerim diye soracak. Egoyu değil eco’yu temel alacak. Reklam yoluyla mesajlarını kitlelere itmek yerine, arkasında durduğu öz değerlerini taktir edenleri kendisine çekecek. Bir kaç firmayı zengin etmek yerine, yerel paydaşların tamamını kalkındırmayı hedef belleyecek.

Tüm bunlar kulağa ütopik, çocuksu ve hayalperest geliyor değil mi? Güzel. O zaman İzmir olarak bunun ne anlama geldiğini biliyoruz.

Leave a Reply

%d bloggers like this: