Üç sene önce “Konak Pier’i Yeniden Düşünmek” başlıklı bir yazı kaleme almıştık. Amacımız, kentin merkezinde yer alan bu alanı dev yatırımlar yapmadan, havalarda uçmadan, çılgınca projeler yaratmadan bir çekim merkezi haline getirebilmekti. Bu ay benzer bir şeyi Yeni Kent Merkezi’nde açılacak olan AVM’ler için yapacağız.
PricewaterhouseCoopers firmasının 2016 yılında yayımladığı bir raporda Türkiye genelinde 360 olan AVM sayısının 2018 sonunda 415’e çıkacağı öngörülmüş. Emlak Sayfası’na göreyse 2016’da İzmir’de AVM sayısı 28’i bulmuş. Buna yakında 12 tanesinin daha ekleneceği, ileride bu rakamın 48’e ulaşacağı belirtilmiş. AVM’ler bir gelişmişlik göstergesi mi, yoksa küçük esnafı yok eden bir küresel makina mı? Varsın bu konuyu işin uzmanları tartışsın. Biz bu yazımızda AVM’lerin yarattığı ekonomik, kültürel ve sosyal tartışmaları bir kenara bırakacağız ve konuya marka stratejisi açısından bakacağız.
İlk olarak AVM’leri bir fiziksel mekan değil, birer marka olarak ele alalım. İşin özüne inersek, insanoğlunun marka denilen kavramı yaratma sebebi ürettiklerinin kalitesini tescillemek ve bu sayede ürünlerini muadillerinden daha yüksek fiyata satabilmek. Bu bağlamda marka iki işlev görür: Ürünü rekabetten ayrıştırır ve satılan malın veya servisin kalite ve değer algısını yükseltir. Eğer rekabet kızışmışsa yüksek kalite söylemi tek başına markayı ayakta tutamayabilir. Gerçekten İzmir gibi orta büyüklükte bir şehirde 48 AVM olacaksa bu, pazarın hayli kızıştığını gösterir. Hele ki önümüzdeki süreçte açılacak mekanların Yeni Kent Merkezi’nde yoğunlaşacağını düşünürsek yatırımcılar müşterilere verdikleri vaadi farklılaştırmak zorunda kalacak. Peki ama nasıl?
“Herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine” sözü yanlış yolda olunduğunu anlatır. Oysa marka stratejisi açısından herkesin gittiği yönün aksine gitmek -başka bir deyişle herkes zig yaparken zag yapmak– son derece akıllıca bir hamledir. Bu bağlamda Yeni Kent Merkezi’ne açılacak olan mekanlardan birini anti-AVM olarak konumlamak büyük ses getirebilir. Nedir Anti-AVM ve nasıl yaratılır?
İlk olarak sıradan bir AVM’nin olmazsa olmazlarını düşünelim: Farklı gelir gruplarına hitap eden kıyafet mağazaları, yerel ve küresel damak tatlarına hitap eden restoranlar, vizyon filmlerini sunan cep sinemaları, spor merkezi, büyük bir süper market vb. Tüm bu saydıklarımızın ortak noktası hepsinin zincir markalar olması. Bu yüzden Anti-AVM’nin yapması gereken şey, içinde hiçbir zincir marka bulundurmamak olmalı. Aksine giyimden yemeğe, sinemadan süpermarkete aklınıza gelecek herşeyde kati surette lokal olma özelliği aranmalı. Örneğin, her yerde olan bir süpermarket yerine, sadece yerel ürünlerin satıldığı bir organik market olsa? Hatta bir adım daha öteye gidilse ve burada satılan sebze meyvelerin hepsinin Ege yöresine has genetik özellik taşıması şart koşulsa? Ya da satılan gerek kıyafet gerek dekorasyon malzemesi gerekse de mobilyaların hepsinin İzmirli tasarımcıların elinden çıkmış olması şart konsa. Veya kafe ve restoranların tamamının İzmirli, Egeli damak tatları sunmasına özen gösterilse. Cep sineması yerine otopark geceleri açık hava sinemasına döndürülse ve patlamış mısır yerine eski usul herkes çiğdem çitlese?
Acaba böyle bir mekan fark edilir mi, tutar mı ve -yatırımcılar için en can alıcısı- kar eder mi? Bizce bu üç sorunun da cevabı “evet.” Tüm rakiplerinin benzer vaatler sunduğu bir ortamda Anti-AVM, yerel duruşu sayesinde kesinlikle fark edilir. Eğer yerelliği modernlikle birleştirirse tutmaması için hiçbir sebep de yok. Sonuçta İzmirliler kent kültürleriyle gurur duydukları kadar öncü kafa yapılarıyla da övünürler. Bu açıdan Anti-AVM İzmir’in kültürel kodlarıyla uyumlu bir fikir. Son olarak bu işten para kazanılır mı? Eğer proje yukarıda bahsettiklerimizi bünyesinde barındırır ve bunu son derece şık, kaliteli ve rafine bir şekilde sunarsa kar etmemesi içten bile değil. Yeter ki İzmir’e has, Türkiye’de benzeri olmayan ve her detayından kalite okunan bir mekan olsun. Ne dersiniz?