İzmir İlkler Müzesi’nin rolü

Geçtiğimiz ay, yerel seçimler öncesi (devrik) Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından ortaya atılan bir fikirden bahsetmiştik: İzmir İlkler Müzesi. Bu düşüncenin ne amaçla kamuoyuyla paylaşıldığını bilmediğimizi söylemiştik. Projeyi yaratanların vizyonları hakkında fikrimiz olmadığını da belirtmiştik. Öte yandan bunun İzmir’e son derece uygun bir fikir olduğunu söyleyip, tarihten ekolojiden, biyolojiden ve sistem teorisinden farklı nedenler saymıştık. Böyle bir müzenin varlık sebebinin, kentin ortak hafızasını tazelemek ve İzmirliler’in kolektif vizyonunu güçlendirmek olabileceğine karar kılmıştık. Bu ay, İlkler Müzesi’nin İzmir için oynayabileceği rolleri ve bu olası mekanın şehre neler katabileceğini hayal edeceğiz.

İlk olarak önemli bir müzecilik trendinden bahsedelim. Indianapolis Museum of Art tarafından yapılan bir araştırmaya göre ziyaretçilerin bir esere bakma süresi ortalama sadece 4 ila 31 saniye! Yani insanlar bir nevi koşturmaca içinde müze geziyorlar. Sanki ilgi duydukları ve zevk aldıkları için değil, görev bilincinde ve mecburiyetten gidiyorlar müzeye. Neden mi? Çünkü klasik müzecilik anlayışının yarattığı müzeler “cansız” birer alan. Müze ve ziyaretçiler arasında bir etkileşim yok. Artık bu model artık dünya genelinde demode olmuş durumda. Geleceğin müzeleri bulundukları alana sığmayan, canlı, heyecanlı ve ilgi uyandırıcı mekanlar.

İşte İzmir İlkler Müzesi de ikinci jenerasyon bir müze olmalı. Sergilediği eserler kadar, ruh yapısıyla da farklılaşmalı. Bu bağlamda müzenin İzmir için oynayabileceği üç rol saptayabiliriz. Birincisi üç yönlü köprü. İlk köprü, İzmirliler ve geçmişte sayısız ilklere imza atmış hemşerileri arasında olmalı. İzmir’in nüfusu 1940’da 600 bin kişiymiş. Bu rakam 1960’da 1 milyona, 1980’de 2 milyona çıkmış. Şu andaysa 4 milyon civarında. Bu kadar hızlı büyüyen bir kentin ortak hafızasının güçlendirilmesi gerekir. Yoksa kültürel yozlaşma gerçekleşir. Öncü ruhun tarihten geldiğinin, bu kentin DNA’sında olduğunun anlaşılması gerekir. Müzenin kuracağı ikinci köprü İzmir’in diasporasıyla olmalı. Kentte yaşamayan ama bulundukları yerde hala ilklere imza atan sayısız İzmirli var. Mesela Türkiye’nin ilk uluslarası profesyonel imaj danışmanı Özlem Çakır. Veya Türkiye’nin ilk oyun uzmanı Yeşim Kunter. Böyle kilit insanların İzmirle bağının güçlendirilmesi, kentten yeni öncülerin çıkmasını teşvik eder. Üçüncü köprüyse gelecek ve İzmirliler arasında olmalı. Müze sadece geçmişte olanları sergilememeli. Aynı zamanda küresel trendlerin, yeniliklerin ve keşiflerin tartışıldığı bir mekan olmalı.Bu sayede yeni nesil İzmirliler’in hayal kurması sağlanabilir.

Müzenin oynayabileceği ikinci rol, doğumhane. Öncü insanlar girişimci olur. Girişimci insanlar risk alırlar. Eğer İzmirliler’in hesaplanmış risk almasını kolaylaştırabilirsek, kentten daha çok öncü çıkmaya başlar. Bu bağlamda İlkler Müzesi, eğitimler ve seminerler aracılığıyla hemşerilerinin ufkunu açan bir mekan olabilir. Ayrıca girişimcilere sadece mali değil aynı zamanda iş yönetimi konusunda da destek vererek kentten yepyeni fikirlerin çıkmasına ön ayak olabilir.

İlkler Müzesi’ne yakışan son rol, mabet. Hep söylüyoruz: İzmir bir şehir değil, öncü bir ruh hali! Bu müze de, kentin ruh halinin yaşadığı ve buradan kentin geneline yayıldığı kutsal bir mekan olabilir. İlham almak, yön belirlemek isteyen İzmirliler’in gideceği ilk adres olabilir. Müze, PechaKucha ve Randevu İzmir gibi yaratıcı organizasyonlara ev sahipliği yapabilir, girişimcilere ofis alanı sunabilir, hatta bünyesinde bir internet radyosu veya ünlü kaşif ve girişimcilerle röportajlar yapılan bir podcast’in kaydedildiği stüdyoya bile bulundurabilir.

Özetle, İlkler Müzesi, İzmirliler’in geçmişte yaptıklarının sergilendiği cansız bir alan olmamalı. Aksine, bulunduğu binanın dışına taşan, kentin öncü ruhunu yaşayan ve yaşatan bir mekan olmalı. Ancak bu sayede İzmir’in geçmişi ve bugünü birbirine bağlanmış ve geleceği garanti altına alınmış olunabilir.

Leave a Reply

%d bloggers like this: