Sanırım bir kaç sene sonra geriye donup baktığımızda geçtiğimiz ayın Türkiye’de markalaşmak ve şehircilik konusunda bir dönüm noktası olduğunu göreceğiz. İzmir’in yetiştirdiği, ama elinde tutamadığı bir iş adamı olan Sayın Muhterem İlgüner “Marka Şehir” isimli kitabını yayımladı. Kitabin çıkış noktası, ülkemizde artık sıkça duymaya başladığımız “Marka şehir olmak istiyoruz.” söylemi. Ne yazık ki sadece Türkiye’de değil, Kuzey Amerika’da bile şehir yöneticileri nasıl marka şehir olunacağını, ne tür fedakârlıklarda bulunmaları gerektiğini, önlerinde hangi seçeneklerin olduğunu ve nereden başlamaları gerektiği konularında bilgi sahibi değiller. Bay İlgüner sıradan vatandaşın anlayabileceği kadar sade bir dille ama bir akademisyeni tatmin edecek derinlikte bir kitap yazmış. Kitapta özellikle Avrupa’dan ve Türkiye’den yüzlerce örnek mevcut. Bir marka danışmanı olarak Türkiye’de böyle bir kitabın yayınlamasına çok sevindim. Ümit ediyorum ki bu kitap seçim bildirgelerinde “Marka şehir olacağız.” şeklinde vaatlerde bulunan büyüklerimizin pusulası olur ve bu sayede dünyaca ünlü “uzman” şehirlere kavuşuruz. Ancak beni asıl gururlandıran bu kitabin yazarının bizden biri olması. Bay İlgüner kitabında İzmir’den bolca bahsediyor. Bu ayki yazımızı ilgilendiren nokta “3. İzmir” hakkında düşünceleri.
Bildiğiniz üzere, İzmir’in liman arkası bölgesi hakkında büyük planlar var. Bu bölgede bulunan eski yapıların yerine konut gökdelenleri ve alışveriş merkezleri yapılmak isteniyor. Daha önceki yazılarımızda estetiğin bir şehir için ne kadar önemli olduğunu tartışmıştık. Ne yazık ki herhalde Ankara’da yapılan başarılı kentsel dönüşüm projelerinin etkisinden olsa gerek, şehir estetiği parklara ve modern binalara indirgenmiş durumda. Yanlış anlaşma olmasın. 3. İzmir’in bir bölümünde bunların olması son derece gerekli. Ancak İzmir gibi eski şehirleri özel kılan şey modern ve eskiyi birleştirebilmeleri. Dünyada çoğu şehir eski depolarını, tarihi fabrikalarını restore edip tekrar kullanıma açıyor. Hep söylediğimiz gibi İzmir ilklerin şehri. Liman arkası Osmanlı ve Cumhuriyet döneminden kalma sayısız sanayi tesisini barındırıyor. Tek başına Tarihi Havagazı Fabrikası’nın geçirdiği dönüşüm bile şehir üzerinde oldukça olumlu bir etki yarattı. Bu alanın Şark Sanayi Kumpanyası’nı, Tarihi Elektrik Santrali’ni, Tekel Alkol Fabrikası’nı ve civar depoları içine alacak şekilde büyütüldüğünü hayal edersek İzmir’in nasıl bir değere sahip olduğunu anlayabiliriz. Peki bu binaları restore edip ne yapabiliriz? Toronto’dan çok başarılı bir örnek verelim ve büyüklerimizin bizi duyacağını ümit edelim.
Toronto’da adı Distillery District (İçki Fabrikası) olan şehir merkezinin hemen dışında kalan bir bölge var. 150 yıl önce buraya bira fabrikaları kurulmuş. Zamanla fabrikalar taşınmış ve bu bölge ıssız kalmış. 10 sene önce özel sektör bu bölgeye el atmış ve atıl durumda olan binaları restore ederek şehrin en ilgi çekici mekânını yaratmış. Distillery District’in konumlandırması “Historic, not history.” Yani amaç içki fabrikasının tarihten bir yaprak olarak kalmamasını sağlamak, aksine geçmiş ile günümüz arasında bir köprü kurmak. Bu amaçla yola çıkarak binaların dışları asıllarına uygun restore edilmiş, civardaki bütün yollar yayalaştırılmış. Eski ile yeniyi birleştirmek için meydanlara bölgenin endüstriyel geçmişini anlatan modern sanat eserleri konmuş. Geçmişi ve günümüzü sanatsal ögelerle birleştiren Distillery District’te her köşeden yaratıcılık fışkırıyor. Hali ile Toronto’nun en ünlü yaratıcı firmaları Distillery District’te bulunmakta. Filmlerde görmeye alıştığımız yüksek tavanlı, geniş hacimli ofisler yaratıcı firmaları mıknatıs gibi çekiyor. Distillery District kiracı ve ziyaretçi çektikçe, etrafında ki eski depolar elden geçiyor ve bölgeye ekleniyor. Distillery District’i gezerken (ve Tarihi Havagazı Fabrikası ile başarılanı görüp) İzmir’in limitsiz potansiyelinden etkilenmemek elde değil.
İzmir’de tarih dediğimizde nedense hep Basmane, Kemeraltı, Kadifekale üçgenine sıkışıyoruz. Aslında elimizde dünya çapında bir değer daha var. Bence yapılması gereken belki de İZTO’nun önderliğinde çok ortaklı bir firma yaratmak ve bu bölgeyi Türkiye’de eşi olmayan bir marka haline getirmek. Bütünleşik bir yaklaşım ile fabrikalar bölgesini İzmir’imizin geçmişini ve geleceğini birleştiren bir köprüye çevirebiliriz. Türkiye’de böyle bir kentsel dönüşüm henüz yapılmadı. Biz ilklerin şehriyiz. Sizce böyle bir projeye imza atmak bize yakışmaz mı? Fikirlerinizi benimle paylaşın.
One Reply to “Muhterem İlgüner, 3. İzmir ve Distillery District”